Battle of Seattle, 1999′da Amerika’daki ilk büyük küreselleşme karşıtı eylemi konu alıyor. Başarılı olan eylem, ilk defa ABD medyasını WTO(Dünya Ticaret Örgütü)’nun karşıtı olanların neden WTO’ya karşı olduğunu ele almasını sağlamış. Ardından pek çok daha büyük eylemin gerçekleşmesini sağlamış ve küreselleşme konusunda bilincin artmasını doğurmuştur.
Filmimiz gevşek bir şekilde bu konuya yaslanıyor biraz da işin içine kurgu katarak ilerliyor. Protestoları birebir canlandırıp amacını vermeye çalışırken televizyon görüntülerinden de faydalanıyor. Yönetmen tercihini ne belgesel ne tamamiyle kurgu seçmiş, ikisi arasında kurguya yakın bir yere filmi oturtarak izlenebilirliği arttırma amacı güdüyor.
En başarılı noktası kurguyu eklerken ajitasyona kaçmadan gerçekliği olabilecek olaylar içermesi. Özellikle evi karısı olan polis memurunun eylemler sonucunda kendini ikilemde bulması filmin ana temasıydı. Diğer konularda ise, özellikle de eylemciler konusunda basite kaçılmış ve her birine protesto etmek için bir sebep verilmiş. Sanki insanların fakirliğe karşı eylem yapması için fakir olması gerekiyormuş gibi düşünmek gerekiyor filmdeki eylemcileri görünce. Ki bilindiği üzere en çok ezilen en az eylem yapandır, ülkemizde de bunu görebilirsiniz. Film eylemcileri sadece basitleştirilmekle de kalmamış, eylemcileri sanki hayatlarındaki tek amaç oradan oraya eyleme koşmak olan, işleri, aileleri olmayan tek boyutlu derinliksiz karakterler olarak göstermiş. Özellikle ana karakterin (Jay) eylemde olmasının sebebi önceki bir eylemde olan kardeşine olan borcunu ödeme çabası olması başarısız. André Benjamin’in oynadığı karakterin kaplumbağalarla ilgili yaptığı açıklama akıl ihsan sahibi insanlara kafayı yedirtecek cinsten. Eylemcilere konan önyargı kalıplarını uygulamayı uygun görmüş film.
Bunları yaparken en iyi tercih taraf seçmemekte olmuş, filmde zaten WTO taraf değil filmin WTO’ya karşı safta olduğunu söylemek mümkün değil. Filmdeki cepheler; eylemciler, anarşistler, polis memurları, polis şefi ve validen oluşuyor. Bunların hiçbiri de filmin sonunda suçlu çıkmıyor çünkü her biri işini yapmaya çalışıyor. Bu tarafların hiçbiri olayda en büyük sorumlu adledilemezken, her biri hatalı adlediliyor. WTO’nun motivasyonundan konu uzaklaşıyor ve eylemde yaşananlar odak noktası oluyor. Bunu başarısız bulurken en azından herkesin insan olduğu noktasında filmin karar vermesi de bir başarı. Sadece Jay’i kahramanlaştırmayı tercih ediyor. Onun haricinde tüm eylemciler kahramanlaştırılmazken, polis memurları da yerin dibine sokulmuyor. Denge başarı ile kurulabiliyor.
Tabi seyirci WTO suçluymuş bunu anlıyor, fakat küreselleşmenin sonuçları, eylem yapmanın ABD’nin en büyük özgürlüklerinden biri olması motifinin gerisinde kalıyor. Bir bakıyorsunuz ABD hala özgür bir ülke, tüm yaşananlar olduysa bile gene de hatasını anlayabiliyor ve tutukluları salabiliyor. Eylemlerin bu kadar büyümesinin sebebi de eylemcilerin başarısındansa yönetimin başarısızlığına gönderilmesi bu fikri pekiştiriyor. Ne de olsa her biri birer hayalperest?
Özetle, karakter gelişimindeki tembellik filmin en başarısız yönü, bir de Amerikan yanlısı dilinin bozmuyor olması filmi başarısız kılıyor. Gaye güzel olsa da sadece gaye yetmiyor, eleştiriler perdeye dökülürken gene bir süzgeçten geçmesi belki de filmin şanssızlığı. En azından Seattle olaylarına tanıklık ediyor olması hala filmi değerli kılıyor, gene de izleyecekseniz kendi süzgeçlerinize güvenerek izleyin. Küreselleşmenin, küreselleşme karşıtlığını bile kendi diliyle iletmesinden size yedirmesinden kaçının.