Happy-Go-Lucky, İngiltere’de mutlu olmaktan mutlu olan, çevresine enerji saçmayı kendine görev edinmiş bir ilkokul öğretmeni Poppy’nin hayatına bakış atıyor. Çok uzak değil, benzer örnekler hele de Amelie göz önüne alındığında filme neden İngiliz Amelie’si dendiğini anlamak zor değil. Ama ikisinin nasıl aynı kefeye konulabildiğini anlamak oldukça zor.
Film Poppy üzerinden gittiği için öncelikle bu rolü üstlenen Sally Hawkins’in performansını konuşmak mantıklı olur. Karakter mi böyle yaratılmış yoksa kendi suçu mu bilemiyorum fakat Poppy’nin abartılı jestleri ve anlamsız davranışları ilk saniyeden filmin sonuna kadar çantasından antidepresan hapları çıkarması için beklemenize sebep oluyor. Fakat filmin sonunda şüpheleri yoketmek için Poppy’nin davranışlarının sadece herkesi mutlu etmek için olduğunun söylenmesi belki de çok daha derinlikli psikolojik saptamaların önünü kapatıyor. Poppy hasta olduğun farkında bile olmayan tam anlamıyla bir çatlakmış.
Senarist ve yönetmen Mike Leigh’in nasıl böyle bir karakterin katlanılabilir olduğunu düşündüğüne akıl sır erdirmek güç. Çevresini mutlu etmeye çalışan insanların deliliklerine mi gönderme yapılmış? Çevreni mutlu etmenin hata olduğu mu söylenmeye çalışılmış acaba. Bunlar sadece iyimser fikirler olurdu, senaristimiz karakterin gerçekliğinin olmadığını bildiğinden abartarak masalcı Polyanna vari bir his katmaya çalışmış. Tabi ki Polyanna’ya baktığınızda saflık görebilirsiniz ama rahatsız edici şekilde insanların üstüne gelen bir tavrı mevcut değildir.
İnsanları mutlu etmenin yolu birkaç küçük hareketten ya da jestten geçer, gerzekçesine mutlu olmaktan ya da insanların rahatsız edercesine üstlerine gitmekten değil. Sanırım senarist kendi sosyal kopukluğuna hayat buldurmuş, herkesin mutsuz olduğu bir dünyada mutlu olan ve mutlu eden bir karakterin nasıl olabileceğine dair fikirleri olmadığını ortaya dökmüş. Karaktere verdiği hızlı konuşma, kafasını arabanın arkasına konan köpek biblolar gibi sürekli sallama ve içe çekip verdiği nefes gibi jestler de sayesinde de rahatsız ediciliğe vucüt buldurmuş.
Filmde her ne kadar mutlu olmasına rağmen çevresini bir türlü mutlu edemeyen Poppy’ye değiniliyor, fakat daha izleyici bu karaktere tahammül edemezken hayatta karşılaşan karakterlerin bu tepkilerine şaşmamak gerek. Bence Poppy’nin sorunu başkalarında değil de kendisinde araması gerek. Ama karakterinin sorunlarını anlayamamış, ne diye yarattığını kavrayamamış bir senaristten bunu beklemek çok fazlasını istemek olur. Özetle Poppy, filmin ana karakteri bir filmde görebileceğiniz en içi boş empati kurulmamış karakter. Hakkında bir hıciv videosu çeksem sanırım daha gerçekçi temellere dayandırabilmem zor olmaz.
Neyse, karakterin filmi çökertmesini geçebilirsek filmde incelenen diğer konuların ana karakterin anlamsızlığı yüzünden boğulduğunu görmek zor değil. Sürücü kursu öğretmeni, hamile kız kardeşinin evlilik ve hayat konusundaki çelişkileri, sokakta yaşayan adamla kurulan diyalog oldukça gerçekçi ve tespit içeriyor fakat bunların hepsinin güme gittiğini söylemek hata olmaz.
Filmin temellerinde sakatlığa müzik seçimindeki saçmalığı da eklerseniz izlerken bir eziyete dönüşmesi olası. Yüzünüze bir gülücük koyacağını iddia eden filmin o gülücüğün senariste sempati içeren bir gülücüğe dönüşmesi çok daha olası. Aklınız varsa, ne diye Altın Küreler’de gerçekdışı (sözlük anlamında) performansıyla Sally Hawkins’e ödül verildiğini bile anlayamayacağınız, Happy-Go-Lucky’den uzak durun.
Konulu mu peki?:)Kendini eğlendirmek isteyenlere “waking ned devine” sigarasından uzatıyoruz…
ben filmi çok begendim… hatta dvdsini almayi da dusunuyorum. ankara film festivalinde izledigim en iyi filmlerden biriydi. filmin sonunda salondaki herkes de gayet mutlu ayrildi… jenerik bitene kadar kimse cikmak istemedi… müzik seçimi filmin masalsı yanını destekliyor ve bilinçli bir seçim..
karakterin abartili olduguna katiliyorum ama karakterlerin abartılı olması bana daha uygun geldi… ayrıca mutsuzluğun da sinemada gözünün çıkartıldığını görüyoruz sürekli ama rahatsız etmiyor nedense:) hayata illaki mutsuzluktan yola çıkılması gerekmedigini, trajedi disinda da sanat yapilabilecegine dairdi bence biraz da…
ben mutluluğun çılgınlık olduğunu düşünme eğilimindeki toplumlar için bu filmin çok da cuk oturduğunu düşünüyorum…
Trajedi de çok işlenen bir konu, çivisi çıktığı görüşüne ben de katılıyorum. Abartıldığı sürece gerçeklikten koptuğu tespiti doğru, yeni Türk filmlerinde bu tadı almak mümkün.
Mutluluğun çılgınlık olduğunu senaristin kendisinin de kabul etmesi bence filmin en büyük yenilgisi. Filmin sonucu da çok mutlu olan bir insanın mutlu olamayacağı, çünkü herkes ona zıt çalışır. Oysaki gerçek hayatta Poppy gibi bir karaktere denk gelme olasılığı yok gibi. Fakat mutlu olan ve çevresini de mutlu eden insanların varlığı yadsınamaz, peki bu insanlardan hiçbiri Poppy kadar rahatsız edici ve gerçeklikten kopuk mudur?
Bu sorunun cevabı ve Poppy’nin neden mutsuzluğa mahkum olduğu oldukça aşikar bence…