Network, televizyonun tam anlamıyla bir eğlence makinesi olarak yeniden tanımlanması sırasında hayali bir televizyon kanalında yaşananları ele alıyor. Televizyon tekellerinin ne kadar acımasızca kar güdümlü olduklarından televizyona bakış açımıza, kapitalizmin insanı ve dünyayı şekillendirişinden insan ilişkilerine yansıyışını anlatıyor. Tüm bunları da müneccim isabetliliğinde tutarlılıkla 30 sene öncesinden öngörüyor. Filmde izlediğiniz antiütopya ya da kabus, günümüzde gerçeğin ta kendisi.
Howard Beale yıllanmış bir haber spikeridir, fakat gün geçtikçe izlenme oranları düştüğü için, yönetimi değişmeye başlayan, UBS Yayın Grubu tarafından 2 hafta sonra işten kovulacağı haberini alır. Hayatı boyunca tek bildiği iş bu olduğu için kendini boşlukta hisseden Beale, canlı yayında intihar edeceğini duyurur. Bunun üzerini bir TV yıldızı haline gelen Beale’nin izlenme oranları önceki halinin kat be kat üstüne çıkar. Haliyle UBS’in yeni sahibi CCA de spikerin Amerikan halkına yakarışları ile deliliğin sınırlarında dolaşan vaazlerini yayına koyup sömürmekten oldukça mutlu olur.
Network, basın ve haberciliğin bilgilendirme görevinden kaymaya başladığı bir dönemde geçiyor. Radyo, insan hayatını yönlendiren iletişimi arttıran bir icatken tam olarak hiçbir zaman salt ve vazgeçilmez bir eğlence unsuruna dönüşememişti. Fakat televizyon doğası gereği şaşırtıcı ve ilgi çekici olmaya kendini zorunlu hissetti. Ne de olsa radyo dinlerken insanlar hem hayal gücünü çalıştırıp hem de başka işleri ile uğraşabiliyordu, televizyonda ise konsantrasyonunu vermiş bir kişinin başka bir iş yapması ya da hayalgücünü çalıştırması mümkün değil. İlk icadının ardından sadece bir iletişim cihazı olarak düşünülen televizyonun özelliklerinin istismar edilmesi çok uzun zaman almadı. Şimdi de elimizde düşünmenize bir saniye izin vermeyen bir görüntü bombardımanı var.
Bunun miladını da Network yazıyor, televizyonun haber bölümünün zarar etmesinden dolayı daha çok seyirciyi çekmeye yönelik şekilde içeriksiz ve manasız bir hale şekillendirilmesi ile başlıyor. Günümüzde reklamın iyisi kötüsü olmaz çok yerleşmiş bir laf, UBS de bunu düstur edinip gazete manşetlerine kötü de olsa çıkmaktan mutluluk duyuyor. Film sadece televizyonun içinin boşaltılmasına değil, televizyona çıkan hedefleri ve gayeleri olan insanların da içinin boşaltılmasını para için birbirine düşürülmesini ele alıyor. En geniş anlamda Network kapitalizmin ve televizyon kuşağının hayata bakış açısını da odağından çıkarmıyor. Televizyonda gördüğüne inanan, gerçekliği sorgulamayan nesli ve nesli bu şekilde yönlendirirken paraya para demeyen kapitalistleri gözler önüne koyuyor.
Filmin en başarılı yanı didaktiklikten uzak ve gerçekçi olması. Absürdlük büyük bir kısım kaplıyorsa da film içinde film kendi gerçekliğine sadık kalıyor. Karakterlerine sizi inandırıyor ve onları anlamanızı sağlıyor. Bu konuda oyuncuların başarılı performanslarının da etkisi çok büyük. Özellikle Howard Beale rolünde Peter Finch, peygamberliğine inandırıyor. Aynı zamanda kendisine söylettirilenler de bir o kadar vurucu oluyor. Faye Dunaway, televizyon kuşağını temsil etmekte çok başarılı. William Holden ise tam anlamıyla bir beyfendi.
Network zamanında 4 Oscar heykelciğine kavuşmuş gözden kaçmamış bir cevher. Fakat günümüzde adını duymak pek de kolay değil. Televizyon hakkında vakti zamanında yapılmış bu dengeli yergi günümüz insanından başka birine hitap etmiyor. Eski olduğu için güncelliğinin azaldığını düşünmek mantıksız olur. Hem özgün senaryosu hem de oyuncuların performansları açısından kaçırılmaması gereken bir film Network. İyi seyirler…