The Wrestler (2008) – Aronofsky’nin Rourke’a kıyağı…

wrestlermovie

Darren Aronofsky’nin The Fountain (2006)’da bizlere (özellikle bana!) yaşattığı büyük görsel şölenden sonra hangi filmle karşımıza çıkacağını gerçekten merak ediyordum. The Wrestler filmini ilk duyduğumda şaşırmıştım. Aronofsky ve içinde spor olan bir film izlemek gerçekten ilginç olacaktı. Özellikle filmi ilk duyduğumda başrolde (Randy ‘The Ram’ Robinson) Nicolas Cage’in olacağı gibi bir söylenti vardı. Açıkcası ilginç olacaktı. Ama (Belki de bir Cage fanı olmadığımdandır…) Cage’in eskiden HBB, Flash TV gibi kanallarda geceleri izlediğim Amerikan Güreşleri’ndeki güreşciler gibi olup olamayacağından, hatta güreşçi bir karakteri benim zevk alabileceğim bir şekilde canlandıracağından şüpheliydim. Ama daha sonra öğrendik ki rol Sin City’de Marv rolünde taptığım Mickey Rourke’a gitmiş. Bu haber film hakkındaki beklentilerimi katladı. Filmi izledikten sonra buna iyice emin oldum, The Ram rolünde iyiki Cage’i görmemişiz.

Filmimizin başrollerinde yukarıda da belirttiğim gibi Mickey Rourke (Randy ‘the Ram’ Robinson) ve Marisa Tomei (Cassidy / Pam) var. Bunun yanında son yıllarda iyice yıldızı parlayan genç oyuncu Evan Rachel Wood (Stephanie Robinson) filmde The Ram’in kızını oynamakta. The Wrestler yaşlanmış ve 20 yıl önceki günlerini arayan bir güreşçi olan Randy The Ram’i anlatıyor. Artık 80′lerdeki durumu yoktur. Güreşin yanında geçimini sağlamak için süpermarkette part time çalışır. Bir maç sonrasında güreşi bırakmak zorunda kalan “The Ram” kendisine farklı bir yol çizmeye çalışır. Görüşmediği kızını tekrar kazanmak ister, bir kadınla yakınlaşır. Zaten çalıştığı süpermarkette full time çalışmaya başlar. Ve herkese güreşi bıraktığını söyler. Sonuçta yine işler yolunda gitmez. Kızını unutur, hoşlandığı kadından karşılık alamaz. Randy, güreşin yapabileceği tek iş, güreş seyircilerininde tek ailesi olduğunu düşünür…

wrestler1wrestler3

Mickey Rourke The Wrestler’da taktir edilmesi gereken bir oyunculuk çıkartmış. Film için vücut geliştirme çalıştığını ve kilo aldığını okudum. Karakter tahlilleri mükemmele yakın yapılmış. Güreşçilerin ringe çıkmadan ve çıktıktan sonraki duruşları ve konuşmaları, aslında olayın büyük bir şovdan ibaret olduğunu yüzünüze vuruyor. Aranofski filmi bir belgesel havasında çekmiş. Sürekli Randy’nin arkasından dolaşıyorsunuz. İmza gününde bekleyen diğer güreşçiler, nintendo oynadığı çocuk, hatta call of duty muhabbeti filmden hatırladığım güzel sahnelerden. Filmden çok şey anlatmak istemiyorum, güzel bir film yapılmış. İzlemeye değer diye düşünüyorum. Yinede bir Requiem for a dream, bir PI değil. Kısacası filmde Aronofsky’i değil ama bol bol Mickey Rourke’u bulacaksınız. Bilmeden izleseniz bir Aronofsky filmi olup olmadığını anlama şansınız yok. Sanki o deneysel/sanatsal çalışmaları bir anda bir köşeye atmış.

wrestler2

Film Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan’ı kapmış… 2 dalda kesinlikle Oscar adayı olur diye düşünüyorum, birisi The Wrestler isimli parça için diğeride en iyi erkek oyuncu için. Hatta en iyi erkek oyuncu ödülü Brad Pitt’le Mickey Rourke arasında geçecek diye bir tahmin yürütüyorum…

“90′s fukin sucked” diyerek yazımı kapatıyorum…

Sevgiler saygılar.

The Curious Case of Benjamin Button (2008) – Hayatı tersinden yaşamak…

The Curious Case of Benjamin ButtonFilmimiz hastanede gözlerini açan bir anne ile başlar… Kızı Caroline hemen başındadır. Aralarında geçen diyalogdan da anlayacağımız üzere artık yapacak birşey kalmamıştır. Durum çoktan kabullenilmiştir. Ölüm yakındır… Anne son anlarında kızına bir hikaye anlatmaya başlar. Hikaye ters çalışan bir saatin hikayesidir. Tersine akan bir hayatın, hayata yaşlı doğan bir bebeğin hikayesidir.Garip bir rahatsızlıktan dolayı yaşlı doğan bir bebek, aynı gün içinde annesiz ve babasız kalıyor. Bir huzurevinde siyahi bir çift tarafından büyütülüyor(!) Bu yaşlı görünen ama genç adam hayatı huzurevindeki zamanını doldurmuş insanlardan öğreniyor. Tabii herkes gibi onunda hayatına başlayacağı zaman geliyor. Annenin kızına anlattığı bu hikaye filmimizi oluşturuyor. Ve filmimiz yine başladığı yerde bitiyor yani hastanede…

Filmin kadrosu güçlü diyebiliriz. Benjamin Button rolünde Brad Pitt, “the most beatiful gal” Daisy rolünde Cate Blanchett var. Kesinlikle söylemeliyim rollerinin hakkını vermişler. Filmimiz 1918-2005 (Katrina Kasırgası) arasındaki tarihte Benjamin Button adlı karakterimizin hayatını işliyor. Hiç düşünmeden 2008′in en anlamlı Hollywood yapımı diyebilirim. David Fincher Brad Pitt ikilisi yine güzel bir film çıkarmışlar. 159 dk süren filmimiz uzun ama izlerken insanı sıkmıyor. Filmle ilgili yapabileceğim eleştirilerden biri hikayenın tarihle çok içli dışlı olmaması, sadece 2. Dünya Savaşına biraz sürtünüyor geri kalan kısmında tarihe girmekten kaçınmışlar. Ama bunu anlayabiliyorum film zaten bu haliyle bile oldukça uzun. 70 yaşında görünüp bir huzurevinde yaşamanın travması güzel bir şekilde işlenmiş. Aslında bir çocuk olduğunu bilmeyen yaşlı adam… Karşı cinsle yaşadığı yakınlaşmalar, çevresindeki insanların gün geçtikçe solması, kendisinin ise tam tersi şekilde olması hikayemizin eşsiz kısımlarından. Bu eşsiz hikaye çok güzel bir aşkı anlatarak devam etmiş ki burda tekrar tekrar hem yönetmeni hem senaristi tebrik etmek gerekiyor. Bence çok orjinal ve ilginç bir fikir.

2

Film de benim gerçekten hoşuma giden ve bahsetmeden edemeyeceğim şey makyaj olmuş. Brad Pitt amcamızı hem 80 yaşında hem de 20 lerinde görüyoruz. Aynı şekilde Cate Blanchett i de 17 yaşından 80 lerine kadar başarıyla yaşlandırmış ve gençleştirmişler… Süre açısından ağır bir film olsa da filmi izlerken zaman duyumu yitirdim. Film genellikle duygusal yoğunlaşmalar yaşamanıza sebep oluyor. Hikayemiz fantastik öğeler taşıdığından film olarak bazılarımızın hoşuna gitmeyebilir. Ama sinema açısından baktığımda, fikir güzel bir şekilde işlenmiş. Karakterin hayatı ve yaşadığı travmaları ortaya açık bir şekilde sermiş.

4

Son olarak şunu diyebilirim ki bence filmin hakkı verilmiş. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Notum 8/10

Filmle ilgili spoiler içerir. İzlememiş olanların okuması tavsiye edilmez…

- Filmi izlerken düşünmeden edemedim. Benjamin filmimizde Fransa, Rusya, Hindistan gibi ülkelere gidiyor. Bu ülkelere nasıl giriş çıkış yaptığı aklıma takıldı. Filmi izlerken bunu güzel bir şekilde yedirdiklerini fark ettim. Sonuçta bu adam 60 yaşında görünürken pasaportunda 20 yazması gerekiyor.