Darren Aronofsky’nin The Fountain (2006)’da bizlere (özellikle bana!) yaşattığı büyük görsel şölenden sonra hangi filmle karşımıza çıkacağını gerçekten merak ediyordum. The Wrestler filmini ilk duyduğumda şaşırmıştım. Aronofsky ve içinde spor olan bir film izlemek gerçekten ilginç olacaktı. Özellikle filmi ilk duyduğumda başrolde (Randy ‘The Ram’ Robinson) Nicolas Cage’in olacağı gibi bir söylenti vardı. Açıkcası ilginç olacaktı. Ama (Belki de bir Cage fanı olmadığımdandır…) Cage’in eskiden HBB, Flash TV gibi kanallarda geceleri izlediğim Amerikan Güreşleri’ndeki güreşciler gibi olup olamayacağından, hatta güreşçi bir karakteri benim zevk alabileceğim bir şekilde canlandıracağından şüpheliydim. Ama daha sonra öğrendik ki rol Sin City’de Marv rolünde taptığım Mickey Rourke’a gitmiş. Bu haber film hakkındaki beklentilerimi katladı. Filmi izledikten sonra buna iyice emin oldum, The Ram rolünde iyiki Cage’i görmemişiz.
Filmimizin başrollerinde yukarıda da belirttiğim gibi Mickey Rourke (Randy ‘the Ram’ Robinson) ve Marisa Tomei (Cassidy / Pam) var. Bunun yanında son yıllarda iyice yıldızı parlayan genç oyuncu Evan Rachel Wood (Stephanie Robinson) filmde The Ram’in kızını oynamakta. The Wrestler yaşlanmış ve 20 yıl önceki günlerini arayan bir güreşçi olan Randy The Ram’i anlatıyor. Artık 80′lerdeki durumu yoktur. Güreşin yanında geçimini sağlamak için süpermarkette part time çalışır. Bir maç sonrasında güreşi bırakmak zorunda kalan “The Ram” kendisine farklı bir yol çizmeye çalışır. Görüşmediği kızını tekrar kazanmak ister, bir kadınla yakınlaşır. Zaten çalıştığı süpermarkette full time çalışmaya başlar. Ve herkese güreşi bıraktığını söyler. Sonuçta yine işler yolunda gitmez. Kızını unutur, hoşlandığı kadından karşılık alamaz. Randy, güreşin yapabileceği tek iş, güreş seyircilerininde tek ailesi olduğunu düşünür…
Mickey Rourke The Wrestler’da taktir edilmesi gereken bir oyunculuk çıkartmış. Film için vücut geliştirme çalıştığını ve kilo aldığını okudum. Karakter tahlilleri mükemmele yakın yapılmış. Güreşçilerin ringe çıkmadan ve çıktıktan sonraki duruşları ve konuşmaları, aslında olayın büyük bir şovdan ibaret olduğunu yüzünüze vuruyor. Aranofski filmi bir belgesel havasında çekmiş. Sürekli Randy’nin arkasından dolaşıyorsunuz. İmza gününde bekleyen diğer güreşçiler, nintendo oynadığı çocuk, hatta call of duty muhabbeti filmden hatırladığım güzel sahnelerden. Filmden çok şey anlatmak istemiyorum, güzel bir film yapılmış. İzlemeye değer diye düşünüyorum. Yinede bir Requiem for a dream, bir PI değil. Kısacası filmde Aronofsky’i değil ama bol bol Mickey Rourke’u bulacaksınız. Bilmeden izleseniz bir Aronofsky filmi olup olmadığını anlama şansınız yok. Sanki o deneysel/sanatsal çalışmaları bir anda bir köşeye atmış.
Film Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan’ı kapmış… 2 dalda kesinlikle Oscar adayı olur diye düşünüyorum, birisi The Wrestler isimli parça için diğeride en iyi erkek oyuncu için. Hatta en iyi erkek oyuncu ödülü Brad Pitt’le Mickey Rourke arasında geçecek diye bir tahmin yürütüyorum…
“90′s fukin sucked” diyerek yazımı kapatıyorum…
Sevgiler saygılar.