Wristcutters, bir insanlık dramının su yüzeyine vurmuş komedisi. Karakterleri ile mekanları ile yolun kenarına terk edilmiş ve didiklenmiş kanepeleri ile baştan aşağıya muazzam bir kompozisyon. Seyirciyi donuk gözlerden uzak, sürekli kıpır kıpır tutan oldukça tuhaf ve bir o kadar da eğlenceli.
Neden mi bu kadar övdüm hemen söyleyeyim lafı fazla uzatmadan, çünkü Wristcutters çok samimi duyularla yaratılmış bir hayal gücü şaheseri. Oldukça basit, vurucu ve etkileyici. Parlak bir zekanın ürünü olduğunu hemen ortaya koyar nitelikte. Bir yönetmenin aynı zamanda bir senarist de olması gerektiğini bize anlatan filmin yönetmeni Goran Dukic. Filmografisine göz atacak olursak az ve öz film yapan, ama yaptı mı adam gibi film yapan bir yönetmen olduğunu hemen fark edebiliriz.
88 dakikalık öykümüz hiç bitmesini istemediğimiz bir rüya gibi akıp gidiyor. Şahsen benim gözlerim bu ziyafete doyamadan ekranın kararmasını pek adil bulmadı . (bu film on saat olsa ben izlerim)
Wristcutters’ı bu kadar yücelten değerin ne olduğunu tam karar veremiyorum aslında. Acaba ben de (çevremdeki herkes gibi?) bilek kesmeye mehilli birimiyim bilmiyorum. Yoksa tüm yaşamımız boyunca bize dayatılan cennet cehennem olgusu hatalı mı?. İntahar etmek ile ilgili kısmın içeriği ne?. Yükümlülükler neler?.
Filmi anlatmadan yazabileceğim nokta görmüyorum. Fakat kesinlikle izlemek gerek diyorum ve bunu açık açık söylüyorum. Tamamı ile beğendiğim bu yapıtı zihin arşivime katmaktan onur duydum kendi hesabıma. Aşağıda burada bahsedemediğim bazı noktalardan bahsedeceğim ama bildiğiniz üzere aşağı kısım filmi izlemiş okuyucularımız için oluyor.
Keyifli seyirler diler, bileklerinize mukayyet olun diye telkin ederim )
ufak notlar (spoiler içerir!):
- Öncelikle giriş sahnesi hakkında biraz konuşalım, bu durağan sahne bizi gelecek olan büyük bir olaya hazırlamak ister gibi. İlk izlediğimde uzun gibi geldi diye düşünsem bile, bir merasim için çok kısa olduğunu sonradan fark ettim.
- Hemen ekleyeyim filmin müzikleri mükemmel hazırlanmış. Tabi zevkler tartışılır ama böyle bir film için daha uygun müzikler olamazdı diye düşünmekten kendimi alamadım. Dinlemenizi tavsiye ederim. “Everything Is Illuminated” ve “Big Nothing” gibi filmlerin müziklerine katkıda bulunan Gogol Bordello’yu dinlemek güzeldi.
- Far olayına koptum, bir aksaklık bu kadar iyi irdelenir, mesela Doomsday filminde sahneler arası geçişlerde olayları bağlamak için çok kastıklarını yazmıştım. Ama bu filmde atıyorum 45. dakikada geçecek olayın kurgusu 14. dakikada izleyiciye veriliyor. Bu tip detaylar kesinlikle film kalitesini artırıyor. Üzerinde düşünülmüş hissettiriyor.
- Eugene (Shea Whigham) ve ailesine (ne aile ama!! ), özellikle de küçük kardeşi ile aralarında geçen diyaloğa hayran kaldım.
- Filmin son sahnelerine doğru istasyona gelen tren kılıklı araç filmin atmosferine çok iyi oturmuş.
- Mikal (Shannyn Sossamon) un performansı etkileyici, masum olduğunu yüzü ele veriyor. Hep başından beri söylediği gibi birisi olduğunu düşünmüştüm. O yanlışlıkla orada!.
- Gökyüzünden gelen yöneticilere diyecek sözüm yok, hele o paraşütlerle gelip yere konmaları yok mu insanı kırıp geçiriyor.
- Ben bu filme gönlümden 10 puan verdim ama buraya 9 işleyeceğim, haklısın diyorsanız ne mutlu bana, bileğimi kesmeme gerek kalmayacak!
- Filmin posterleri, afişleri çok hoş tasarlanmış. Bir tanesinda türlü türlü intihar yöntemleri arkan fonda verilmiş, seç beğen al der gibi.