Blade Runner (1982) – Android’leri insandan ayıran nedir?

blade_runner

Üçüncü Dünya Savaşı’nın ardından dünyanın gün geçtikçe eskidiği bir gelecekte, diğer gezegenlerde kolonileşmede kullanılan nerdeyse tamamen insanımsı androidler Dünya’ya kaçak olarak geri dönmekte ve insanların yerini almaktadır. Burada da polis adına çalıştırılan düşük maaşlı ikramiye avcıları (Blade Runner’lar) androidleri emekli etmek için kullanılmaktadır. İnsansı oldukları ve onlarla içsel bir bağlantı kurulmaması için de öldürmek yerine emekli etmek deyimi kullanılmaktadır.

Blade Runner, birçok ünlü bilimkurgu kitabının yazarı Philip K. Dick tarafından 1968′de yazılmış “Bıçak Sırtı – Android’ler elektrikli koyun düşler mi?” adlı kitabın oldukça gevşekçe sinemaya uyarlanmış hali. Şimdiden söylemem gerek daha önce izlemiş olduğum Blade Runner’ı sonunda kitabın bir kopyasını bulup okuyabilmemin şerefine bir kez daha izlemeye karar verdim. Filme yapacağım eleştiriler kitap ile bağlantılı olabilir, uyarayım. Zaten bir kitap uyarlaması olan filmlerin çok da kitaptan bağımsız değerlendirilmesi taraftarı değilim. Hele de kitabın yazarı sevdiğim bir yazar olunca. İşte Philip K. Dick de o yazarların başında gelenlerden.

Açıkcası Blade Runner’ın ilk eksikliği kanımca Vangelis tarafından gerçekleştirilmiş müzikleri, Vangelis’i Chariots of Fire’ı ile bilirim ve bana bu kadarı yeterli gelir. New age türü zaten sakinleştirici ve durağan bir müzik türüdür, Blade Runner’ın da sakin sahnelerine uygun olduğu söylenebilir belki fakat yarattığı tek etki sahnelerin uzun anlamsızlıklarını pekiştirmekten öteye gidemiyor.

Filmin görselliği ise sanırım en öte noktası, o kadar güzel betimlenmiş ki geleceğin dünyası, sonraki bilimkurgu filmler için referansın ötesinde tam bir başlangıç elkitabı gibi. Paslı ve tozun altında kalan dünya gerçekten çok başarılı verilmiş. Tek anlamsızlık tozu görünür kılabilmek için her bina içi sahnede dışarıdan rastgele aralıklarla eve giren ışık hüzmeleri. Oldukça anlamsız olduklarını söylemeye gerek yok sanırım. Ayrıca ABD’nin gözünde gelecek Japonya ile sembolize edildiği için filmde yüzlerce Japon figüran kullanılmış. Abuk bir tercih kanımca, kitabın mantığında düşünürseniz bu durum tüm Japonların ya hastalıklı ya da tavukkafalı olduğunu belirtmiş oluyor. Şansa ki bu bilgiler filmde iletilmiyor.

blade-runner

Tyrell Şirketi

Senaryo literatürden uzak birine hitap edebilir belki fakat Philip K. Dick’in eserinin budanması tüm heyecanı ve sürükleyiciliğinin yokedilmesi olarak görebiliyorum ancak. Romanda her Philip K. Dick romanında olduğu gibi gerçeklik konusunda şüpheye düşmeler bolken, gerçekliği sorgular buluyorken kendimizi bu sahnelerin filmde basitçe harcandığını görüyoruz. Öyle bir uyarlanmış ki kitap, filmin kitaba bağlı olduğunu Philip K. Dick’i özümsediğini söylemek pek kolay değil.

Öncelikle şunun söylenmesi gerek Rick Deckard emekli ve efsanevi bir ikramiye avcısı değildir, aktif çalışmayan kendini kanıtlayamamış ve Dave Holden’ın gölgesinde kalmış bir ikramiye avcısıdır. Dave Holden polisin gözdesiyken, istemsizce bu iş Deckard’a kalmıştır. Deckard hem kendi idolü Holden’ı bu kadar hırpalamalarından hem de kendine güvensizliğinden Nexus 6′lara, yeni seri androidlere, karşı 1-0 geride başlamıştır savaşa. Ama Hollywood illa ki elini atacak ve kahramanı kahraman yapacak, filmde Deckard şüphelere sahip olsa da bunlar onu en iyi ikramiye avcısı yapmaktan alıkoymamaktadır. En basitinden diğer bir heba edilmiş sahne Rachael’ın ilk kez Voight Kampff testine sokulduğu andır. Bu sahnede seyirci ne baykuşun orda bulunma sebebine ne de Eldon Tyrell’in sinsi planlarına dahil ediliyor. Bence bu sahneler yüzünden filmde Philip K. Dick’in etkisi oldukça azaltılmış durumda.

blade-runner-2

Altı, beş, dört!

Hele bir de androidlerin Dünya’ya hayatlarını uzatmak ve yaratıcılarını öldürmek için gelmiş olmaları fikri tam bir zıtlık, androidlerin dünyaya aslen gelme sebepleri insan olabilmek ve kölelikten kaçmaktır. Hatta kitapta bir android ne kadar göz önünde bulunursa bulunsun opera sanatçısı olma isteğinden vazgeçmemiştir. Tek amaçları yaşıyor hissetmektir kendinlerini, insan hissetmektir. Fakat film androidleri, ölüm korkusuna sıkıştırıyor sadece, oysa ki görünenin ardında androidlerde çok daha fazlası var.

Sanırım en iyi dönüşüm Isidore karakterinin J.F. Sebastian’a dönüştürülmesinde, J.F. Sebastian’ın Dünya’da kalma sebebi ve androidlere neden yakın olduğu mantıklı şekilde kotarılabilmiş.

Kitap ile kafa kafaya bir yazı olacağını başta da belirtmiştim. Kitabının sürükleyiciliğini ve sorgulayıcılığını kenara bırakıp onun yerine boşluklar koyarak harcadığı vakitlerin ardından zamanı sıkışmış gibi koşarak biten Blade Runner, kitabın şanına yaraşır cinsten değil. Gene de 1982′de kitabın görsel yapısına sadık kaldığı ve hikaye anlatımını bir miktarda kotardığı için izlenebilir bir film. Fakat benden alabileceğiniz tek cevap kitabını okumanız olacaktır, bunu da söylemeden bitirmeyim.

Dipnot: Elektrikli hayvan ve Mercerizm gibi konuların filmde incelenmemesini mantıklı bulsam da, kitabı zenginleştiren bu unsurların filmde olmamasına üzülmüyor da değilim.

Blood Simple (1984) – Coen’lerin ilk göz ağrısı

Carter Burwell’den Blood Simple ana temasını dinlemek için tıklayın.

poster

Blood Simple’a ilk çocuk demek, onu öyle düşünüp hakir görmek bile abesle iştigal olur. Onun yerine Coenlerin tüm yeteneklerini ilk filmden gözler önüne serdikleri bir mucize olarak görmek en doğrusu. Ayrıca son filmleri kadar kara mizah olmasa da Coenleri tanımlayacak hikaye kurma tarzı ve sinemasal mükemmeliyetçilik özelliklerini sunan bir eser. Frances McDormand ve Coel birlikteliğinin de pek çok çocuğundan sadece bir tanesi.

Teksas’ta bir bar işleten Marty eşinin kendini aldattığını düşünmektedir, gerçek olup olmadığını öğrenmek için de gizli dedektif tutar. Abby ve Ray, dedektife yakalanır ve Marty olaylardan haberdar olur. Bir türlü durumu içine sindiremeyen Marty sonunda gizli dedektife reddedemeyeceği kadar miktar para ve karısı ile Ray’i öldürmeyi teklif eder. Fakat bundan sonra gelişenler hiç kimsenin kontrolünde olmayacaktır.Film tam anlamıyla bir kara film(film noir) altyapısına sahip, bol parası olan bir işadamı, güzel ve genç karısı, karısının sevgilisi işadamının çalışanı ile aşk üçgeni tamamlanıyor. İkiliyi takip eden M.Emmet Walsh da kara filme cuk oturan bir karakter. Filmdeki her karakter güven vermeyen, yaptıklarından emin olmayan ve aynı zamanda karşısındakinden emin olmayan kişiliklere sahip. Bu da yanlış anlaşılmalarla dolu ve sarpasaran bir senaryoyu doğuruyor. Sonucunda sürükleyiciliği de doruğa ulaşıyor filmin.

kurek

Ünlü kürek

Senaryomuz tam anlamıyla mükemmellik ve mantıklılık içerisinde yürürken, Coen’lerin kara film standartlarına uymaktaki kalıpçılığı gerçekten filmin etkileyiciliğine katkıda bulunuyor. Özellikle ışık kullanımı sanki 50-60′lı yıllarda siyah beyaz filmlerde gibi hissetmenizi sağlıyor, atmosfere de katkısı yadsınamaz. Sesler de kimi anlarda filmin etkisini arttırıcı güzellikte kullanılmış, özellikle Marty ile Ray’in ciddi konuşmasının içinde Marty’nin hemen ardında sinek kızartıcıya yakalanan sineğin çıkarttığı sağır edici cızırtı. Sesler dediysek Coen’ler seyirciyi diyaloğa bağımlı tutmaya da gerek duymamış, örneğin tarla sahnesinde yaklaşık on dakika boyunca uzunca bir sessizlik hakim.

golge

Filmde 5 saniye süren gölge oyunu

Carter Burwell’in mükemmel müzikleri ise sanki The Conversation’daki David Shire’a gönderme niteliğinde, tedirgin edici ve sürükleyici bir tada sahip. Filmden ayrı düşünülemez bir parça sunuyor. Sayfada dinleyebileceğiniz parça da o film müziklerinden filmin ana teması olan Blood Simple adlı parçası.

Devamı spoiler niteliğinde olabilir, dikkatli okuyun…

Senaryoda o kadar küçük detaylar gidişatı belirliyor ki, senaryo yazmak isteyen bireye pek çok şey aşılaması mümkün. Mesela Marty’nin Ray’e Abby’nin bir şeyler çevirdikten sonra “I didn’t do anything funny?” diyeceğinin ipucunu vermesi, Abby’nin de Ray’e Marty’nin psikolojik sorunları olduğunu anlattığı bölümde Marty’nin kendisine de bazen “kafadan çatlak” olduğunu söylemesi ardından Ray’in her şeyi kavradığını düşünüp harekete geçmesi ile karşısında “I didn’t do anything funny?” diyen bir Abby bulması tam anlamıyla kaotik bir ortam oluşturuyor. Dedektif Loren’in de üzerinde isminin yazılı olduğu çakmağı unuttuğunu farkettiği anda tam bunun delil olabileceğini düşünürken bir de çektiği fotoğrafın kayıp olduğunu anlaması, bunun üzerine fotoğrafı çalmaya çalışırken Abby’nin bara dönmesi ve parasal durumdan sıkışmış Ray’in kasaya saldırmış olduğunu düşünüp belki de Marty’yi Ray’in öldürmüş olduğundan endişelenmesi de başka bir örnek.

mcdormand1

Genç McDormand

Ardıl Coen filmlerinde de görebildiğimiz bu örüntü, filmdeki her karakterin kendi senaryosuna göre yaşamasına izin verirken seyirciyi de olaylara kuşbakışı bakan güzel bir yere yerleştiriyor. Tüm bu karışıklık ise filmin sonundaki koca bir kahkaha ve ölmekte olan birinin yaptığı son espri ile sonlanıyor. O an bile herkesin neyin ne olduğunu anlayamadığına son bir kez tanıklık ediyoruz.

Bu hikaye yapısının sonucunda filmdeki tüm parçaları birleştirebilen sadece ama sadece seyirci olabiliyor. Bu mucizeyi daha ilk filminde yakalayan Coen’lerin benzer tarzda çektiği filmlerin her biri özgün ve izlenmesi gereken filmler. Coenlere yabancı olanlara bu ilk film başlangıç için tavsiye edilebilir, ayrıca Coenlerin benzer filmlerini izlemiş kişiler de ne acemilik ne bir çiğlik gözlemleyebileceği bu ilk film ile ikiliye saygıları artabilir. İzlenmesi gereken bir film.