Sonbahar (2008) - İnsanın içindeki F Tipi

Sonbahar (2008) - İnsanın içindeki F Tipi

2 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 102 votes, average: 6.00 out of 10 (6.00)
Loading ... Loading ...

Yazan: a product of your imagination | 26 Aralık 2008 | Kategoriler: Bağımsız, Türk
Etiketler: , , , ,

297430

Sonbahar, 2000 yılında hapishanelerde tutukluların F Tipi hapishanelere geçişe karşı başlattığı açlık grevlerine katılmış ve ardından -adının aksine- kanlı geçen “Hayata Dönüş Operasyonu”nda ciğerlerinden sağlık sorunu yaşamaya başlamış ve durumunun vahimiyetinden salıverilmiş Yusuf’un hikayesini ele alıyor. Artvin’in doğasının ortasında çekilen film mevsimin sonbahardan kışa dönüşü ile Yusuf’un yitip gidişini pekiştirerek anlatıyor.

Yönetmenlerin memleketlerine saygısını ve oraları seyirciye keşfettirme isteğini genelde çok takdir etmesem de, Özcan Alper bu ilk filminde mekan-duygu ilişkisini kurmayı çok güzel başarıyor. Filmin çekildiği mekan, Artvin, dekor olmaktan çıkıp filmin duygusal halini sürükleyen ve besleyen bir unsur oluyor. Biraz da yönetmenlerin ilk filmlerinde yuvaya sığınmalarını hoşgörmek gerektiği düşüncesindeyim. O yüzden gerçekten Artvin, film için çok güzel bir tercih olmuş.

Ayrıca siyasal filmler artık Türk sinemasının vazgeçilmezi haline geldi, hele Babam ve Oğlum ile patlayan ajitasyona prim yaptırmak ve hep 12 Eylül’e yüklenmek, bu filmde göremeyeceğiniz iki özellik. Film diğer tür filmlerinin zıttına  yakın zamandan bir konu seçmesi ile takdire şayan, Türkiye gibi konu cenneti ülkede sadece tıkılı kalınmış bazı konuların tekrarlanması gerçekten gına getirdi artık. Sinemacının bir gayesi de tarihe tanıklık ettirmek, hafızalardan silinmiş bir olayı yıllar sonra hala canlı tutacak olan, o olayın etkilerini anlatan filmler çekmek olmalıdır. Bu konuyu da başarı ile becermiş yönetmen, ayrıca ajitasyon yapmaktan ağlatı izletmektense hisleri perdeye dökmeyi tercih etmiş.

Senaryoda ise ilk başlarda karakter ile bütünleşmekte sorunlar olsa da bazı amatör oyuncular aksasa da, yalnızlığın ve her birimizin içindeki hapishanelerini ele almakta başarılı. Filmde herkesin kendi F-Tipi var sanki. Yusuf’a özgür olmadığı kendi olamadığı kendini artık yitirdiği Artvin, Eka’ya Karadeniz’e bakan pencereli ile otel odası, Yusuf’un annesine tek başına 10 yıldır oğlunu beklemekte olduğu köy evi, Mikail’e yapmak istediklerini yapamayıp tıkılıp kaldığı köyündeki işi ve eşi birer hapishane. Her biri de birbirinden beter.

sonb

Filmin en vurucu sahneleri görsel olarak seyirciyi küçücük bırakan sahneler, özellikle yaylaya bir panaromik bakış içeren sahne ya da otel odasının penceresinden çekilmiş Yusuf’un iskelede kızgın dalgalara karşı yürüdüğü özellikle dalgaların iskeleye vurmadan önceki sahneler. Eka’nın sosyalizmin iki insanın hayatını ne kadar zıt yönlerden aynı yönde etkileyebileceğine dair sözleri de çok hoş.

Bu sahneleri destekleyen mükemmel müzikleri de unutmamak gerek. Yerel müzik zaten filmin ortamına uyumu kolaylaştırırken, film için yapılmış özgün müzikler uzun zamandır Türk filmlerinde dinlediğim en güzel özgün müzikler. Gerçekten çok ama çok başarılılar.

Fakat tüm bu yapılmışlıkların içinde bazen yönetmen manzaraya öyle bir dalıveriyor ki, bir ilerleme olmasa da ya da senaryoya etkisi fazla olmasa da vadinin diğer tarafındaki evlere yapılmış yakınlaştırılmış çekimler ya da safi doğa sahneleri, insanın filmdense doğayı düşünmesine ve Artvin’den hoşlanmasına sebep oluyor. Oysa ki bu sahnelerin uzun tutulmasının pek de bir gerekliliği ya da kritikliği yok. Yüzünü göstermek istemediği Yusuf’un abisi konumundaki eski solculardan biri ile sahilde buluştuğu sahnede, filtrenin etkisinden olsa gerek, sahilin sonsuz siyahlığı içinde bir türlü ne olduğunun anlaşılamaması, silüetlerinin biraz bile olsa hissettirilememesi hatalıydı. Fakat ordaki hatanın da önceden planlanmış gün batımı, bank, ağaç ve iki kişi içeren sahneye geçiş için olduğunu görmek  daha da kötüydü. O sahneye geçiş için kameranın orda beklemesi ve seyirciyi karanlığa gömmesi için hiçbir mantıklı açıklama yapmak mümkün değil.

Ayrıca son sahnede teyzenin karakterinin yeterince empati ile oluşturulmamasından kaynaklı final sahnesine geçiş, seyircinin mantık duvarlarını yıkabiliyor. Seyirci oyuncunun gerçek olduğuna inanmak ister, fakat perdede karakterden kendinden beklenmeyen bir hareketi görmek seyircinin ilgisini dağıtır. Ki bu hareketin montajı kolaylaştırmak amaçlı bir yama gibi durması da cabası. Orada vakit atlayarak şok edici olmak istenebilir ama mazeretli bir kalkış ve hafif bir vakit geçtiğine dair ipucu, çok daha inandırıcı bir sahne yaratabilirmiş. Gene de bunlar final sahnesinin güzelliğini eksiltmiyor, fakat akıldan hemen çıktığı da düşünülmesin. Teyzenin sabit açıdan farklı tekrarlı rutinleri de vaktin yavaş geçtiğine değil de yerel kültüre vurgu yaparmış gibi duruyor ayrıca, uluslararası yarışmalara göz kırpar gibi.

sonbahar

Son bir cümle ile de eleştirileri bitireyim, filmde bazı sahneler hiç netlik yoktu; bunun tercihini yönetmen mi yapmıştır, teknik sorunmudur, sinema salonundaki mercekten midir bilemiyorum ama rahatsız edici. Ayrıca tekrarlanan televizyon kanallarından alınmış operasyon görüntüleri gereksiz ve rahatsız edici, sessizliğe alışmış seyirciye iki saniyelik hatırlatma mahiyetindeki gürültü bombardımanı sahneler seyirciyi o andan koparmaktan başka bir işe yaramıyor. Ayrıca ana fikri anlamışsak, tekrarlanmasına pek gerek yok diye düşünüyorum.

Küçük bir kitleyi hedef alan sanatsal bir ilk film olarak başarılı fakat Sonbahar’ın bazı hataları çok güzel bir film olmasını benim gözümde engelliyor. Gene de art-house sevenler izlerse memnun kalabilirler. Sonraki filmlerindeki özgünlüğü ile gidişatını belirleyecek Özcan Alper’den umutluyum. Gene de film ne kadar başarılı bulunsa da, hem memleket hem de yaşantı-gözlem temelli olması beni korkutuyor. Sinema bilgisine diyecek bir şey yok yönetmenin, umarız yeni özgün senaryolar ile karşımızda olur.

Ayrıca sanırım herkes son sahnede çok az süre gözüken altyazıyı merak ediyor, yönetmenin güzel bir jesti olan cümle şöyle;

“..her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına..”

Share/Save/Bookmark

Alakalı yazılar:

  1. Üç Maymun (2008) - Lütfen Direktiflere Riayet Ediniz Üç Maymun, 2008 Türkiye - Fransa - İtalya ortak...
  2. Blindness (2008) - Görmezsen dünya değişir mi? [caption id="attachment_1067" align="alignleft" width="312" caption=" "][/caption] Herkesin delirdiği, ete acıktığı,...

Yorum yazın:

İsminiz *

Emailiniz *

Websiteniz

RSS RSS ile yazıları veya yorumları takip edin...

Rastgele

Son Yorumlar

Arşivler

Kategoriler

Bayrak Yarışı