Yazan: a product of your imagination | 29 Ekim 2008 | Kategoriler: Türk
Etiketler: 2008, Can Dündar, Mustafa
Öncelikle belirtmekte gerek var, benim eleştirim hiçbir şekilde okura yol gösterici bir gaye taşımamaktadır. Bunu bilerek eğer filmi henüz izlemediyseniz, bu yazıyı okuyarak filme kendi yorumunuzu yapmaktan eksik kalmayın. Bu çabayı desteklemek adına en azından filmi izleyip ondan sonra okuyunuz. Teşekkürler…
“Mustafa, ahhh” diye başlama ihtiyacı duyuyorum. Filmin zaten tanıtım yazısında da belirtildiği gibi anlatabilme güçlükleri, ortak paydada buluşamama gibi sebeplerden bu güne kadar tarafsız ve samimi bir Atatürk filmi/belgeseli izlememiz mümkün olmadı. Bu boşluğu doldurmak adına Can Dündar’ın fragmanındaki profesyonelliğine ve kendisine güvenerek bunun farklı bir Atatürk belgeseli olduğunu düşünerek önceden heyecanla filme biletimi ayırttım.
Tekrar bir uyarı ile devam edeyim, aslen filmin eleştireceğim kısımlarını ayıklayıp ortaya koyarak anlatmak daha mantıklı geldi bana, o yüzden okuyup “of amma kötü” diye düşünmeyin. Yazıyorsam daha iyisi için yazıyorum.
Öncelikle filmi gene “Atatürk’ü adam akıllı anlatan bir film” kategorisine sokmak mümkün değil. Gerçi Atatürk hakkında yapılacak herhangi bir belgeseli de bu kategoriye koymak mümkün değil. Çünkü Atatürk’ü tüm açılarından ele alan bir filmin 10 saat altında kalması pek olası değil. Bu filmde ele alınan Atatürk’ün Mustafa hali yani saf kendisi idi. Tabi sadece kişisel hayatı ve ruh hali incelendiği için kendimizi hiç Atatürk’ün yerine koymadığımızı hissettirmesi çok önemli. Umarım bu motivasyonla çıkmıştır tüm seyirciler de.
Filmde özellikle ses mühendisliğine özen gösterilmesi hoşuma gitti fakat keşke başarılabilseydi. Yıllardır sessiz izlediğimiz siyah beyaz filmler sese gelmişti ama hiçbiri gerçek olduğunu hissettiremedi. Bu filmi izleyen herkes sanırım ses mühendisi kavramının ne olduğunu bilmiyorsa da öğrenmiş oldu. Çaba güzel, umarım bu konuda daha da ilerleyebiliriz.
Özel efektlere gelirsek, özellikle filmin girişinde bir özel efekt bombardımanına tutuluyoruz. Gerçekten Türkiye’de üretilen özel efektlerden üstün olsalar da(bilumum sihirli diziyi düşünürseniz :)), onlar da filmin gerçekliğine yedirilememiş duruyorlardı. Özellikle karga kovalama sahnesi, Atatürk’ün abisinin mezarı ve mezarına hayvanların saldırması gerçeklikten kopuş anları oldu izlerken. Ayrıca başta gösterilen Zübeyde Hanım’ı kaybetme sahnesinin tekrar filmin sonlarına doğru kullanılması hatalı bir hareket, gerçek anlamda bir flashback yani geçmişe dönüş yoksa seyirci bir sahnenin tekrarlanışından asla memnun kalmaz. Üç boyutlu olmayan animasyonlar ise filmin görselliğine çok büyük katkıda bulunuyordu. En çok ilgimi çeken filmin gidişhatında Atatürk’ün hayatında önemli yerlerde çektiği fotoğraflardan faydalanması, o fotoğrafların çekilişlerinin canlandırılması ve o fotoğrafların hikayelerinin anlatılmasıydı. Anlatım açısından çok yaratıcı bir tercih olduğunu belirtmek gerek. Özellikle de filmin sonunda Selanik’teki evde o fotoları ard arda görmek hüzünlüydü. Filmdeki görsel efekt çabalarını takdirle karşılıyorum ama maalesef üç boyutlu animasyon konusunda hala sınıfta kalmasak da ancak geçer not alabiliyoruz.
Goran Bregoviç ve müzikler ise gerçekten muhteşem özellikle fragmanda da kullanılan ana tema gerçekten müthiş. Müzikler film boyunca güzel yerleştirilmiş ve tatmin edici. Özellikle Bregoviç’in Türk ezgilerini bu kadar güzel verebilmiş olması büyük başarı. Tam puan müzikler.
Anlatıma gelirsek, özellikle Atatürk’ün bazı açıklamalarına yorum yapılmadan verilmesi kötü olmasa da günümüzde cemaatler diyarına dönmüş ülkemizde bu açıklamaların kimi kötü niyetli tarafların tezlerine katkı sağlar nitelikte olması kötüydü. Özellikle Atatürk’ün ülkedeki dini dogmalarla yaşayan insanlara medeniyet götürme çabasını biraz da ateizm propagandası gibi durmadan verebilmesi mümkün olmamış. Kısa anektod halinde din sadece kişisel ibaadete indirildi gibi bir laf geçse de Atatürk’ün kimi lafları bilimsellik ve özgürlük amaçlı değil de din karşıtı gibi anlaşılabilir duruyor.
Özellikle Atatürk’ün o dönemde yaptığı bu açıklamaları artık günümüzde asla yapamayacağımız, yaparsak kesinlikle yanlış anlaşılacağımız düşüncesi içimi ürpertmedi değil. Sanırım hatalı olan o değil, biziz hepimiziz. Din konusunda o kadar hassas bir ülke haline getirildik ki, dinin pratik anlamda düşünülmesi ya da yaşam kurallarını dine uyarlamamak bile söylenmesi zor bir hale gelmiş. Üzücü ki ne üzücü. Belki bu yazdığım yüzünden Blogger bile kapatılabilir, öyle bağnaz bir ülkeyiz artık…
Neyse sadede gelirsek, film Mustafa Kemal’in özel hayatını yani sadece kendisini anlatma derdini edinmiş ve pek çok konularda devlet dilinde anılmayan konuları seyirciyle paylaşmış olsa da bunları sebep ve sonuçları açısından sorgulamaktan yoksun ve yüzeysel duruyor. Siz de ya ilk defa gördüğünüz bir şey için şaşırıyor ya da önceden sadece kimi kaynaklarda geçen bazı bilgileri gösterdiği için onaylıyorsunuz kafanızla.
Gene de Mustafa Kemal’i en az anlatan filmlerden biri olduğunu söylemek gerek, çünkü anlaşılıyor ki Mustafa’yı Kemal ve Atatürk’ten ayırınca ve bunu da biraz “Bak bunu da buldum, ne ilginç di mi?” anlatım dili ile yaratınca pek de anlamlı olmuyor. Neyse ki yapımda harcanan çaba sonraki filmlere bir kaynak olabilir.
Alakalı bir yazı bulunamadı.
şimdi öncelikler tekrarlanan başlangıç sahnelerinden söz etmek istiyorum. izleyici tekrarlanan sahnelerden hoşlanmaz demiştiniz fakat izlediğimiz film mantıken sondan başlayıp başa giden bir filmdir. ayrıca bununla kalmaz sonu başlangıcını geçerek son bulur. bu oldukça güzel bir düşüncedir bence. duvarda asılı olan tabloda bize gelmekte olan çocuk daha sonra aynı tablo içerisinde vatanı bırakarak bu güzelliği terketmek zorunda kalmıştır. (dikkat edilirse tablo ne kadar şahanedir, eksiği yoktur, işte o tablonun yaratıcısıdır kendisi fakat gitmek zorunda bırakılmıştır tek yenemeyeceği şey olan doğa kanunları tarafından) burada film makarasını orta yerinden işaretleyip katlayacak olursak benzer sahneler az farkla birbirini karşılayacaktır. işte aynı sahneler bunun içindir.
bir Türk filmi ya da belgesel filmi olarak izlediğimiz “Mustafa” Türk sineması adına çıta atlamakla birlikte, teknik olarak da oldukça güzel oturmuştur. Atatürk için tek veya “uygun” bir film olamaz. senin de söylediğin gibi olanak dahilinde olan birşey değil fakat bu filmin senelerdir süre gelmekte olan Atatürk filmlerinden farklı olması beni sevindirdi. klişelerden uzak müziklerle bezenmiş sahneler (özellikle farklı bir bakış açısı katan animasyonlar) saygıyı hak ediyor. yeni yapılan herşeyin arkasında olduğumu belirtir filmi izlemeye herhangi bir yargı ile gitmemenizi öneririm. bize Atamızı farklı bir dil ve üslup ile anlatan herkese, özellikle başta Can Dündar’a teşekkür ederim. umarım bu değişimin sonu gelmeyecek, saygılar.
Güzel yakalamışsın baş ile son arasında kurulan ilişkiyi. Hasta oldum anlatışına da.
Ama senin de dediğin gibi ilkinde tablodan çıkarken sonda tabloda yokoluyor Atatürk. Ama benim bahsettiğim sahne birebir kullanılmış maalesef. Ben de birebir kullanılmasında rahatsızım. Ayrıca yazıda tam yazmadım ama kardeşinin bedeninin kurtlar tarafından mezarından çıkarılması sahnesi inanılmaz uzun ve acayip rahatsız edici, biraz da istismar kokuyor. Bitsin sahne diye yalvarmıştım.
Animasyon ve kurguda yeni tadlar. Ses mühendisliğinde yeni adımlar, animasyonda profesyonellik ve müzik seçiminde ciddiyet. Evet baya bir artı var ama hangisi adam gibi gerçekleştirilmiş o sorunlu. Sonrakilere örnek olacağına eminim ama, daha iyisi yapılabilir diyorum sadece.
Aslında izlediğim sinema salonunun ses sisteminden de rahatsızdım ve tekrar sinema salonunda izlemeyi düşünüyordum. Ama filmin artık günümüz konjonktürü sallanmadan çekildiğini düşünüyorum. Özellikle Can Dündar’ın yorum yapması ve açıklaması gereken bazı alıntılar çok havada kalmış ve yanlış anlaşılabilir duruyor. Hele bu alıntılar niyeti bozuk şahıslar tarafından “goool” diye de nidalandırılabilir. Bu açıdan çok da lazım gelmiyor Can Dündar’ın bazı yaptıkları.
Popolüst bir film yaftasını da yapıştırmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Maksat Atatürk’ü anlatmak değilmiş gibi geliyor kimi anlarda, “ben buldum” diyip ya sansasyon yaratmak ya da ezberi bozmak amaçlı ilk film olmak derdinde gibi film. Yoksa o kadar materyalle bu kadar Atatürk anlatılabiliyorsa Can Dündar beynini ekmeksiz yemiş olmalı
hehheh…
kurt sahnesi uzun olmuştu katılıyorum fakat uzunluğu çektiği acının derinliği ile bağdaştırmamak elimde değil. film sırasında da dediği gibi Ata doğa kanunlarını fark eder hale geliyor bu olay ile, dolayısıyla bu sahnenin uzun tutulması belleklere kazınması ve senin de dediğin gibi izleyiciyi rahatsız etmesi gerek. ayrıca yine aynı sahne için seçilen denizin kara ve hırçın bir deniz olması ile havanın kapalı ve kudret kokması tasadüf değildir. burada doğanın karşı konulamaz gücü tasvir edilmiştir diye düşünüyorum, oldukça başarılı.
müzik ses ve animasyonların Türk sinemasında karşılaştıracak başka bir film bulamadığım için eleştirmenin yersiz olduğu kanaatindeyim. dünya ölçekli filmler ile karşılaştırmak ise hataya sebebeyet verecektir. çünkü biz bu yolda bir süreç içerisinde ilerlemekteyiz. gövdesi olmayan ağacın dalları da olmayacaktır.
şunu söyleyebilirim rahatlıkla bundan sonra çevrilecek animayon işeren Türk filmlerinde “Mustafa” filmi referans alınabilir.
kalan kısımlar yoruma çok açık tartışmaya girmeyeceğim :), yazı güzel olmuş hoş bir katkı, yukarıda “yeni yapılan herşeyin arkasında olduğumu” söylemiştim. bu senin yazın için de geçerli belirtirim.